KARIŞIK KISSALAR.............
BİR SAAT.....
Adam eve döndüğünde, 5 yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken bulur. Çocuk, babasına:
"Hoş geldin babaciğım. Sen bir saatte ne kadar para kazanıyorsun?"
İşten yorgun gelen adam sertçe cevap verir: "Bu senin işin değil." "Babacığım lütfen."
"Ne olacak? 20 Euro."
"Peki bana 10 Euro borç verir misin?"
Adam iyice sinirlenip bağırır: "Benim, senin saçma oyuncaklarına veya başka şeylerine verecek param yok. Hadi derhal odana git."
Çocuk mahzun mahzun odasına girip kapısını kapatır. Adam sinirli sinirli, "Bu çocuk nasil böyle bir şeylere cesaret eder?" diye düşünür. Aradan bir müddet geçtikten sonra biraz daha sakinleşir. Çocuğa, belki de gerçekten lazım olduğunu düşünür. Odasına gidip henüz uyuyamamış olan çocuğa der ki: "Al bakalım istediğin 10 Euro’yu. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm, ama yorucu bir gün geçirmiştim."
Çocuk sevinçle babasini kucaklar ve: "Teşekkürler babacığım" diye sevinir.
Yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkararak, babasının yüzüne bakar ve yavasça paraları sayar.
Bunu gören adam iyice sinirlenerek yine sertçe sorar: "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?"
"Babacığım, yeterince yoktu." Bu sırada elindeki paraları babasına uzatarak son sözünü söyler: "İşte 20 Euro babacığım. BİR SAATİNİ BANA AYIRIRMISIN?"
.................................................................................
Gönüllerde yer açmak :
Sevdiginiz seylerden vermedikçe asla iyilige erisemezsiniz. ( Âl-i Imran, 92 )
Birgün Dervişlerden birine sormuşlar:
"Sevginin sözünü edenler ile sevgiyi paylaşanlar arasında ne fark vardır?"
"Bakın göstereyim..." demiş, Derviş.
Bir sofra hazırlamiş. Sevgiyi dilinden düşürmeyen ama dilden gönüle de indirmeyen kişileri çağırmış bu sofraya.
Hepsi yerlere oturmuslar.
Derken,tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından derviş kaşığı denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Derviş:
"Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz." diye de şart koşmuş.
"Peki..." demişler ve çorbayı içmeye girişmişler.
Fakat o da ne?
Kaşıklar uzun geldiğinden sofradaki hiç kimse bir türlü döküp saçmadan götüremiyormuş çorbayı ağzına. En sonunda, bakmışlar bu iş olmuyor, vazgeçmişler çorbadan. Öylece kalkmışlar sofradan.
Onlar kalkınca, Derviş:
"Şimdi de sevgiyi gerçekten bilip yaşayanları çağıralım yemeğe." demis.
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen nurlu insanlar gelmiş oturmuş sofraya. Derviş :
"Buyurun bakalım" deyince de her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp karşısındaki kardeşine uzatıp içirmişler çorbalarını.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve kendisi de doymuş olarak şükür içinde kalkmış sofradan. Derviş :
"İşte, kim hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayi düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de onu doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz. Şunu da unutmayın ki, hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman"
Paylaömak maddî-mânevî her şeyi... Varlığımızla bölüşmek. Diğerimizle bütünleşip büyümek. Paylaştıkça dökülüp saçılmadan ihyâ olmak. Yeri gelir, bir somunu bölüşür insan. Elleri uzanırken yüreğinden gözlerine akseden sevgiyle bütünleşir kardeşinde.
Yeri gelir ilmini paylaşır. Paylaşırken Imâm-i A'zam Ebû Hanife hazretlerinin, "Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe değerdi." sözünü unutmaz. Öyleyse bildiklerimle gönülleri oksayarak ihya etmeliyim, der.
Sakinmaz bildiklerini. Hazret-i Mevlânâ'nin sözü yüregini tutuşturur."Bir mum, diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez."
Sevinci paylaşmak isteriz bazen. Bazen de derdimizi. Şâirin dediği gibi:
"Yine gam yükünün kervanı geldi.
Çekemem bu derdi, bölek seninle." deriz.
Bölüşecek birilerini ararız. Farkında olmaz insan, bölüştükçe küçülürüz sanırız. Oysa ki, her bölünmede gönüller ulanır birbirine. Cenâb-ı Hak vücudumuzu küçücük hücrelerden yaratmıştır. Bir bütünde sayılamayacak kadar çok zerrecikler.
Bir uzvumuzu diğerine âmâde kılmıştır. Ağza giden bir lokmaya kaç uzvumuz hizmet etmektedir. Mevlâmız milyarlarca zerreden bir bütün yapmış. Her birini diğerine âmâde kılmışsa, bize de, şu fâni hayatın her şeyini ve âhireti kazanmanın külfetini kardeşlerinizle paylaşarak bir bütün olun demektedir, sanki. Her paylaşıma bir sevgi kıvılcımı koyup gönüllerde büyüyerek.
"Sıçrayıp ufuk değiştirmek bile ancak bir zemine basarak mümkündür." der Ahmet Hamdi Tanpinar. Öyle ise bizler de Rabbimizin bize vermiş olduğu nimetlerini, cânânımıza şükrümüzü îfâ etmek için, derviş kaşıklarına doldurup, döküp saçmadan kardeşlerimizle paylaşabilmeliyiz. Sevgiyle paylaşmak, toplum nizamımızı da güzelleştirecek ve güçlendirecektir. Muhammed Ikbal'in, kalemiyle yüreğimize fısıldadığı enfes inci dizeleriyle :
"Çağımızın delirmiş aklına sevginin neşterini vurmalıyız."
Peygamber Efendimiz'in (sav) hadis-i şerifinde de buyurdukları gibi :
"Birbirlerine acimakta, birbirlerini sevmekte ve birbirlerine şefkat göstermekte, mü'minlerin tek bir vücut gibi olduklarını görürsün. Bu vücudun bir uzvu muzdarip olduğu takdirde, diğer kısımları da uykusuz kalıp ateşler içinde ızdırabını duyarlar." ( Müslim, 66 )
Cenâb-i Hak cümlemize merhameti şiâr edinen, onu sevgiyle yoğurup gönüllere sunan bir kalb nasip etsin. Amin.
...................................................................................
GURURA KARŞI İLAÇ
Halife Hz. Ömer bir gün kırbasını (su tulumu, su kabı) sırtına yüklenmiş, Medine'nin en kalabalık sokaklarında dolaşıyordu. Babasının sırtında kırba ile dolaştığı oğlu Abdullah'ın da gözüne ilişti ve kendisine yetişip sordu:
- Baba sen ne yapıyorsun, koskoca halife sırtında kırba taşır mı, taşıtacak kimse mi bulamadın?
- Oğlum, bunu taşıtacak adam bulamadığım için veya başka bir mecburiyet dolayısıyla taşıyor değilim. Nefsime gurur gelir gibi oldu, kendimi beğenir gibi oldum, sırf onu küçültmek için bu yola başvurdum.
...................................................................................
ADAMIN ÖNEMİ
Halife Hz. Ömer bir mecliste hazır bulunanlara sordu:
- Eğer dileğiniz hemen kabul ediliverecek olsa ne dilerdiniz?
Birisi, "Benim falan vadi dolusu altınım olsun isterim. Onu harcayarak İslâm'a daha çok hizmet edeyim diye" dedi. Bir başkası, "Şu kadar sürüm (davar, koyun, keçi), mal ve mülküm olsun isterdim. Gerektikçe onları sarfederek dine yararlı olayım diye" dedi. Herkes buna benzer şeyler söyledi. Hz. Ömer hiçbirini beğenmedi. Bu defa meclistekiler, Hz. Ömer'e sordu:
- Ya Ömer peki sen ne dilerdin? Cevap verdi:
- Ben de Muaz, Salim, Ebû Ubuyde gibi müslümanlar yetişsin isterdim. İslâm'a onlar vasıtasıyla hizmet edeyim diye.
...................................................................................
BAL ŞERBETİ
Bir Ramazan'da Medineli bir müslüman Halife Hz. Ömer'i iftar yemeğine davet etti. Yemek sırasında yalnız Hz. Ömer'e bir kab içinde bir içecek
sunuldu. Hz. Ömer sordu: "Bu nedir?" Ev sahibi cevab verdi: "Bal şerbetidir efendim, sizin için ayırmıştık da..." Hz. Ömer onu içmeyi reddederek şöyle dedi: "Benim yönetimini üstlendiğim halkın çoğu içmek için henüz kuyu suyunu bile bulamazken ben burada bal şerbeti içemem."
...................................................................................
Kuma ve Taşa Yazmak :
İki arkadaş çölde yürürler. Yolculuğun bir noktasında bir münakaşa olur ve biri diğerine tokat atar. Tokadı yiyenin canı acır ama bir şey söylemeden kuma şöyle yazar :
"Bugün en iyi arkadaşım beni tokatladı."
Bir nehire gelene kadar yürümeye devam ederler ve suya girmeye karar verirler. Tokadı yiyen bataklığa saplanır ve boğulmaya başlar ama arkadaşı kurtarır. Boğulmadan kurtulduktan sonra bir taşa söyle yazar :
"Bugün en iyi arkadaşım hazatımı kurtardı."
Tokadı atan ve hayat kurtaran sorar :
"Canını acıttığımda kuma yazdın neden şimdi taşa?"
Diğeri cevaplar : "Birisi canımızı yaktığında kuma yazmalıyız ki bağışlama rüzgarı silebilsin, ama biri bizim için iyi bir şey yaparsa taşa kazımalıyız ki hiç bir rüzgar silemesin."