Bâb-ı Âli mi, Bab-ı Âdi mi?
Biz Babıâli'yi lisede edebiyat kitaplarından Öğrenmiştik, -ı Ali hayalimizde bir cennet kapısı gibi büyük, cazip yerdi. Hayatını ezberlediğimiz adamların cümlesi oradan yetişmişti. Gel zaman, git zaman, İstanbul'a bizim de yolumuz düştü. Tabi ilk iş olarak şu Babıâli'yi görelim, dedik... Bu Babıâli kitaplardakine hiç benzemiyordu. Küçük, daracık dükkânlar, yokuş v.s. neyse, burasıymış, dedik, geçtik.
Bu sefer Babıâli'ye bizim de işimiz düştü, Serdengeçti'nin 6. sayısını orada bastıralım demiştik. Bir hayli nefes tükettikten sonra matbaalarla anlaştık. Bir yerde dizilip, diğer bir yerde basılacaktı. Dizen dizdi; fakat mecmua tam basılacağı sırada yukarıdan bir emir: Basma! Düşüverdik Babıâli'ye! Kime bastırsak yarabbi kime? Hamalların sırtında, dizilmiş, bağlanmış sayfalar. Ağır mı ağır... Kurşun gibi... Gibisi var mı ya... Zaten kurşun... Güç belâ bir yerle anlaştık. Kâğıt aldık Babıâli'den... Bir de ne görelim... Kâğıtlar da noksan. Her toptan 30-40 tane aşırılmış.
Kâğıtları, kâğıtçı hamallardan almıştık. Babıâli'nin hamalları bile insanı dolandırıyor.
Diğer bir hâdise: Mecmuaların ilk sayıları, Vilâyet karşısında Kâmil isminde bir bayie verilmişti. Tam 2200 mecmua... Hapishaneye düştüğümüz için takip edememiştik. Adama gittik, mecmuaların hesabını istedik. Güldü: "İki - üç sene sonra bana hesap mı soruyorsun" demesin mi? Biz ısrar edince herif sertleşti. Ben, dedi, onu bayi Remzi'ye vermiştim! Yahu biz sana verdik, biz Remzi, memzi dinlemeyiz! dedik, fakat ne fayda; söktüremedik... Aslı astarı yok ya, hele bir de Remzi'ye soralım dedik... Remzi öleli çok olmuş. Hesaplar vereselerine intikal etmiş. El Fatiha... Naçar elimiz boş döndük. Böylece 2200 mecmua güme gitti.